Şarkı

Bir şeyler söylemeli insan. Bir şarkı, güzel bir şarkı hem de. Yalın sözlerle yazılmış, süslere ihtiyacı olmayan bir şarkı. Akustik bir şarkı mesela… Herkesin eşlik ettiği, yüreklerimiz umutla dolduracak bir şarkı. Yaşlanmayacak bir şarkı belki de. İnsanları anlayan birinin yazdığı, yaşayan bir şarkı söylemeli biri. Biri gizli kalmış özlemlerimizi, sevdalarımızı, yarı kalmış günlerimizi, gecelerimizi tutmak istediğimiz elleri, karanlıktan çekip çıkarıp hayalimizde dahi olsa onları usul usul bize getirecek bir şarkı söylemeli. Bir zeytin ağacında yahut bir demet papatyaya söylenecek bir şarkı. Yok mu yoksa böyle bir şarkı? Nasıl yani dünyadaki herkesin bir ağızdan söyleyeceği bir şarkı yok mu? Öyleyse tez elden yazılmalı. Gölgede kalan, geçmişten kurtulamayan ancak gelecekte tutsak kalan tüm şairler, müzisyenler, yazarlar ve hatta analar birleşmeli o şarkıyı yazıp bestelemek için. Bilim ölüleri diriltecek kadar ilerlerse eğer Nine Hatun’a söyletmeli mesela o şarkıyı. Yahut Tanju Okan söylemeli. Ama Beyoncé’nin ya da Hadise’nin eline tutturulmamalı bu şarkının sözleri. Bedeniyle para kazanan değil ruhuyla öncü olan insanlar söylemeli böyle güzel şarkıları. Bir ana yahut bir baba söylemeli. Tekdüze disketlerin sorunsuz yüzlerinden değil plakların cızırtılı fısıltıları arasından duyurmalı o şarkıyı. Ya da, düşünün mesela, minnacık, dünyamıza o insanın sesini duyuracak bir hoparlörle tüm dünya o şarkıyı dinlesin. Şefkatle dolmalı kulaklarımız, söyleyenin dili ise huzurla dolmalı. Şarkıya başlayınca durmalı savaş, durmalı gözyaşları, ağaçlar kesilmemeli, çocuklar telefonları bırakıp sokaklara dökülmeli. Sevdiceğe söylenen bir iki tatlı söz, dudaklarımızdan çıkıp telefonu değil, onun kulaklığını bulmalı şarkıdan sonra.  Plastik bir oyuncak uğruna ağlamamalı bir çocuk, anası ise almaya parası ortaya çıkan öfkeyi çocuğundan çıkarmamalı sonra. O kadar kuvvetli bir şarkı bulmalıyız. İnsanlık olmalı o şarkının adı ve tüm dünya hep bir ağızdan söylemeli.

Zehir

Zehrimi akıtmam lazım bir şekilde. O yüzden bu kadar karamsar yazıyorum. Evet, çok da abartıyorum. Yani her şeyin üstüme gelmesi durumu yok. Belki ben öyle görüyorum. Belki öyle görmek istiyorum. Bilmiyorum. Bunu size direk olarak da söyleyebilirdim pekâlâ. Nedense yazmayı tercih ettim. Belki de insanlarla konuşurken, yazarken olduğum kadar rahat olmadığımdandır. Özellikle sevdiğim inşalarla konuşurken… Bir de siz ne bileyim hep meşgul gibisiniz. Ben de sizi rahatsız etmekten nefret ediyorum. Buna ilaveten benden bıkmanızdan korkuyorum. Tamam, öğrenicinizim falan feşmekân fakat her şeyde bir yere kadar değil mi? Sürekli muhtelif yerlerden biten bir çocuğum ve bu hiç hoş değil. Farkındayım. Ama söz verdim kendime.  Daha az rahatsız edeceğim sizi.

Babamdan çok değer veriyorum size. Neden bilmiyorum. Aslında o kadar sevgisiz yahut ilgisiz büyüyen bir çocuk değildim. Aksine annem çok ilgilendi benimle. Okulumdu, servisimdi… Mesela 3 yaşından beri okula gidiyorum. Öğrencilik hayatımın tamamına yakına serviste geçti. Sessiz, akıllı, başarılı ve terbiyeli bir çocuktum. Yani öyle diyorlar bana beni anlatırken. Çok geç gelen bir bebekmişim; annemler hep üzerime titredi.  Ama çok da iyi davranmadılar evde yalnızken. Hayır, hayır hiç dövmediler. Haklarını onları sırtımda taşısam dahi ödeyemem. Ama tek çocuklarının hatasız, mükemmel ve başarılı bir mahlûk olmasını istediler. Akademik zırvalarda başarılı olmamı istediler. Dolayısıyla benim başarısız olma lüksüm yoktu. Çoğu zaman ben de yoktum. Annemin günde, babamın rakı masasında göğsünü gere gere anlattığı bir Gözde vardı. Doktor Gözde! Mimar Gözde! Psikolog Gözde! Ama nihayetinde ben bunlardan hiç birini istemedim. Hiç biri olamam. Ben sadece Gözde olabilirim.  Yazı yazmayı seven, kitap kokulu hayalleri ola, kafasının üstünde gitar taşıyan, tek amacı sahneler olan mini minnacık bir kız: ben, Gözde. Aynı hayalleri kurarım küçüklüğümden beri. Hiç değişmediler. Daha yeni söylüyorum insanlara hayallerimi. Sonra bir bakıyorum ki sıcacık hayallerimin üzerine bir ova buzlu su dökmüşler. Buz kesiliyor o zaman içim ve kimseye itimadım kalmıyor. Benim yaşımdaki birine göre çok karamsar ve ciddi sözler bunlar. Ama ne yapayım? Benim tek derdim hoşlandığım insan yahut notlarım değil maalesef. Öyle olması daha mı iyi olurdu bilmem ama elimdeki benle idare etmek durumundayım.

Cidden ben niye sadece notlarına üzülen ya da “çıktığı” insan sayısı onu geçmediği için üzülen güzel kızlardan yaratmamış Tanrı? Sanki o kızları yaratmış, sonra elindeki mallar ziyan olmasın diye beni yaratmış. Yaratılıştan kayıbım ben. Vakit kaybıyım. Çünkü eninde sonunda etrafımdaki herkes hayal kırıklığına uğruyor. Kime dokunsam üzülüyor. Herkesten çekeceğim kendimi. Hem siz de demiştiniz “Yalnızlık ilham vericidir.” diye. Haklısınız. Neredeyse her konuda olduğu gibi bu konuda da haklısınız.

Daha önce size söylemedim ama çok kıskanıyorum kızınızı. Sadece sizin kızınızı değil; Ergün hocanın kızını da kıskanıyorum mesela. Ama kişisel bir olay değil, yanlış anlamayın. Aranızdaki bağı kıskanıyorum. Burada bitirmek zorunda hissediyorum. Aslında yazarak anlatacağım sürüyle şey var ama neyse. Hem defter burada hoş ; yazarım elbet.

Normallik

Yalnızlığa bağımlılık bizimkisi. Ruhen ve fizik-en yalnızlık…Mutlak yalnızlık vesaire vesaire. Kimi insanlar sigaraya,alkole bağımlı oluyor. Ancak yeni gelenler, bizler yalnızlığa bağımlıyız.Günün her dakikası ve Allah’ın her günü yalnızlıklarımızdan söz ediyoruz ancak insanlar bize ulaşmaya çalıştığında onları uzaklaştırıyoruz.Mesela ben, kulaklıklarla tıkıyorum kulaklarımı. Çünkü içten içe birinin benimle konuşmaması durumundan yalnızlığımdan korkuyorum.Ama onsuz da yapamıyorum. Alışkanlık çünkü, bir tür bağımlılık.Açılmaktan çekiniyorum ve biliyorum bu konuda yalnız değilim.İlk de değilim. Deliliğimde de ilk değilim bununda farkındayım. Hep varmış deli yazarlar, şairler, ressamlar falan filan. Çok zorlamıyor beni artık pürüz insan olmak.Zaten kimsenin baktığı gördüğü de yok.Eskiden çok üzülürdüm “Ben niye normal değilim?” diye düşünürken. Sonra kimse umursamayınca ben de bıraktım düşünmeyi.Hem düşünen insan sevmiyor yetkili mecralar. Kolunu kanadını kırıyorlar,cesaretini yok ediyorlar. Yani eğer kafanı dışarı açarsan… Hemen susturuyorlar seni. Hem de büyük bir zevkle yapıyorlar bunu. Hele bir de yaşın küçükse… Oy, darlandım ! Neyse büyüdüm,büyüdüm. O kadar ki annemin boyunu geçtim.

Azıcık delirdim galiba. Yoksa neden bu kadar açık yazar insan? Okutmayacağımdan . Okutmayacaksan ne diye yazıyorun be kızım?! Cesaret edip okutursam biri görsün diye beni. Hayalet olmaktan bıktım çünkü. Gölgede kalmaktan yoruldum. Biraz anlayış, biraz tatlı söz, en olmadı sıcak bir bakış bekliyorum. Herkesten değil ama … Neyse kelimeler yetmiyor aklımdakini anlatmaya . Ya aslında yetiyor da yazacaklarımdan korktum biraz. Üşenmesem de kalkıp kahvemi yapsam ?